Tuesday, March 8, 2011

SESSİZLİK=KİMSESİZLİK=KARANLIK


ELİF BAHADIRLI*
VE TOPRAĞIN CÖMERTLİĞİ SONUNDA GÖĞE YÜKSELME FIRSATI BULUR

Hello darkness, my old friend, I've come with talk with you again
Because a vision softly creeping, left its seeds while I was sleeping
And the vision that was planted in my brain, still remains
Within the sound of silence

In restless dreams I walked alone, narrow streets of cobblestone
Neath the halo of a streetlamp, I turned my collar to the cold and damp
When my eyes were stabbed by the flash of a neon light, split the night
And touched the sound of silence

And in the naked light I saw, ten thousand people, maybe more
People talking without speaking, people hearing without listening
People writing songs that voices never shared, and no one dared
To stir the sound of silence

Fool, said I, you do not know, silence, like a cancer, grows
Hear my words and I might teach you, take my arms then I might reach you
But my words, like silent raindrops fell, and echoed in the wells of silence

And the people bowed and prayed to the neon god they'd made
And the sign flashed its warning in the words that it was forming
And the sign said the words of the prophets are written on the subway walls
And tenement halls, and whispered in the sounds of silence


Bir kaç gün önce kafamın içinde bu şarkı ile uyandım... Uzun zamandır PAUL SIMON& GARFUNKLE dinlememiş, son zamanlarda günde 2-3 film izleyerek eritmeye çalıştığım sinema listemdeki filmlerde duymamıştım... Taa ki bu akşam üstüne kadar... Önce boğazım yandı sonra yutkunamadım, gözlerim doldu... İçimdeki sert kabuk hemen ortalığı yatıştırma telaşına düştü.

Bize verilen nefesleri umarsızca harcarken etrafımıza ne kadar incelikle bakıyoruz, kategorize edilmeyi, şiddeti, hırsızlığı, arsızlığı, bencilliği ne kadar benimsedik. Aramızda doğru yapıyor gibi görünenlerin bencil ışığı ne kadar körleştirdi bizi... Bulunduğumuz yeri sağlama alabilmek adına kimleri tekmeliyor-tartaklıyor-yoketmeye değil ama ruhlarını kırmaya çalışıyoruz. Hepimiz iltifat hastası olduk, etrafımızı -bir çıkar için orada bulunan- şakşakçılarla çevreledik... Nedensiz sebebsiz bize gülümseyen kadının kolay verici; adamın ise donumuzun içine girmekle meşgul olduğunu düşünmüyor muyuz?

Kendimizi iyi hissetmek için iyi bir şeyler yapmayı değil de; iyi bir şeyler yapanların, yapar gibi görünenlerin yanına konuşlandırdık. Şehirlerde kaybolup, sorumsuzca yaşamayı seçip boya ile sarartılmaktan  gerçek rengini unuttuk saçlarımıza eşlik eden anlamsız cümlelerin, eğitemediğimiz kendimize eşlik etsin diye evimize doldurduğumuz öteberinin, herkes öyle yapıyor diye gerçekte sevmediğimiz pahalı köpekler ve ortalığı tüy denizine boğan kediye ağda yapma hayalleriyle kendimizi iyi hissetmeye çalışmaların altında ne var?

Eskiyen albenisiz dostlukları, nefret edilen eski sevgilileri, hiç yeşertilmemiş tomurcuklarının durumunu sosyal ağlardan takibe almanın sebebi ne olabilir ki? Sürekli reklam-promosyon kokulu cümlelerle haşır neşir olmanın yorgunluğu mu yoksa bahar güzelliği beklerken böyle karanlık sorgulamalara takılmanın şanssızlığı mı?

Belki de "bahar temizliği" yaparken bahar resimlerini ve çok yakınlarda okumayı beklediğim bir kitabın heyecanını gözardı ettim.

Kimbilir...





ELİF BAHADIRLI*



*Bahar resimleri Elif Bahadırlı'nın izniyle kullanılmıştır. İzinsiz alınıp, kopyalanıp, çoğaltılamaz. 

Sunday, February 27, 2011

KALBİNİN AYNASINA BAKABİLECEK CESARETİN VAR MI?

Karlar eridi, tabiat ana temizliğini yaparken ve henüz kuru dallar çiçeğe-yaprak tomurcuklarına durmadan kendi can hanemde bir bahar heyecanı yaşıyorum. Hiç olmadığım kadar istekli, heyecanlı bekliyorum bu baharı. Anlamadığım duygular yaşıyorum, yorumlamadan yürümeye devam etmeye çalışıyorum. Teslimiyet mi yoksa her şeyin altında kalkabilme gücümün yenilenmesi mi? Bilemiyorum...

Çocukluğumun en tatlı günlerinde annemin "her an her şey olabilir hazırlıklı olmak lazım" ya da "elektrik kesintilerinde karanlıkta elimi attığımda aradığımı bulmalıyım" cümleleri kulağımda, ortalığı-yaşantımı-yaşantımızı derleyip toparlama telaş içindeyim. Diğer yarım "Bu şehirde hiç elektrikler kesilmez" diyor haklı da olabilir. Ömrüne bu şehirde başlamış küçük aralıklar da olsa hep burada yaşamış...

Yeğenimizin lise mezuniyeti ve onsekizinci yaş günü kutlamasında utangaç bir sevgi gösterisine tanıklık ettik dün. Zorlu bir yetişkinliğe geçiş yaşayan yeğenimiz dayısına kocaman sarılıp "seni seviyorum" dediğinde kolayca incinen camdan kalplerin yeniden doğuşunu hissettik. Karşılık-nedensiz-masum sevgilerin en büyük ödülü hep aldığını hissettiğimden olsa gerek yaşama inancım yenilendi.

Herşeyin maddesel karşılıklara vurulduğu günleri yaşarken sevgi beklediğimiz anlardaki yalnızlığı, en sevinçli haberleri korkarak paylaşmayı, paylaştığımız her şey için alkış/yüceltme sözleri beklerken; kendimize ve karşımızdakilere farklı baremlerle değerlendirmeler/yargılamalar/tavırlar sunarak köşeye en çok kendimizi sıkıştırdığımızı, ne zaman anlayacağız?

Bu bahar açtım kalbimin pencerelerini, en karanlık köşelere bile güneş ışığı gelsin, naftalin kokuları gitsin, bir bahar kokusu yerleşsin tad algıma her daim o tadla yaşama dileğim çiçeklensin...

Kırkbir yıllık bir mutluluk yaşamak benimde kalbime nasip olsun...

Friday, February 25, 2011

YAZIM KILAVUZU VE BAHAR BEKLEYİŞİ

Birkaç ay önce Türkiye'den getirdiğim Türkçe sözlüğümün poşetini yırttım açtım baktım soğuk algınlığı ayrı yazılıyormuş. Hiç üşenmeden binlerce kilometre taşıdığım sözlük ve yazım kılavuzunu kullanmak fırsatı yeni arkadaşıma yazdığım ufak bir not için elime geçti. Makasla parçaladım poşeti mis gibi kitap kokusunu içime çektim. Allah bilir içinde bağımlılık yapan maddeler olan mürekkep ile basılmıştır ama olsun. Böyle bağımlılıklar zevkle idare edilebilir.

İki gündür durmadan esen batı rüzgarlardan mı yoksa iki gündür evden dışarıya adım atmadığımdan mı bilemedim ama bu sabah hızla hareket eden bulutlara rağmen güneşi görmek çok mutlu etti beni. Güneşli yağmurları, kara bulutların yağmurlarını, bahar esintisi inceliğinin aynı günün içinde yaşadık. Bahar gelmiş olmalı... Tedirgin, değişken ve serin...

Deli bir rüzgar var dışarıda, tabiat ana budanmayan ağaçları buduyor. Bazılarını kökünden söküp şehrin ana arterlerine yatırıyor, bana mısın diyemiyor zavallı ağaçlar... Gitmek zamanı gelince ne desen pek fayda etmiyor, kalmak istesen de kalamıyorsun.

Bahar özlemim çok şiddetli bu yıl. Oysa soğukları, karlı günleri çok seviyorum ben. Bu yıl bir bahar gelse diye tutturdum, Son iki yıldır bir ülkenin bahar öncesinden bir diğerinin ilkbahar bitimine yolculuk ederek bahar yaşamadık ondan mı acaba?

Elmalar, kirazlar çiçeklendiğinde kuzey yarımküre bir bayrama daha  durduğunda nefeslerim önce sakinleşecek sonra bir isyanı hazırlamaya gireşecek. Hissediyorum...

Tuesday, February 22, 2011

KARIN ARDINDAN

Rüzgarlı bir haftasonunun ardından yeni bir kar örtüsü ile uyandık bu sabah. Pırıl pırıl bir güneşin altında parlayan kar örtüsü Baltimore şehrinin en sevdiğim rengi. Sokaklara atılan çöplerin örtüldüğü, kalabalıkların azaldığı, uyuşturucu satıcılarının evlerine çekildiği, kar üzerinde kedi, köpek, kuş ve ara ara gördüğümüz tilki ailesinin izlerinin olduğu zamanlar bu şehre sevgi ile baktığım zamanlar...

Kanunen mecbur edildiğimiz kar temizleme işini Jeffrey halletti bile, böylece postacımız ve umursamaz komşularımız en azından bizim kaldırımımızdan rahatlıkla yürüyerek geçebilecekler. Sokak kedilerini beslediğimiz çanakları kuru kedi maması ile doldurduk. Siyah-beyaz olan geldi bile, söylenene söylenene. Tüm sokak kedilerinin içinde bu siyah-beyaz olan karşı anlaşılmaz bir zaafım var...

Evin penceresi önünde kahve fincanından yükselen buharın berisinden karlı dalları, damları, buza rağmen hızla arabalarını kullanan çılgınları seyrediyorum. Seksenlerden müzikler çalan internet radyomuzun sesi koltuğa yerleşmiş Lucy kızımızı pek rahatsız etmiyor olmalı, fosur fosur uyumaya başladı bile.
***
Aylardır komşumuzun kiracıları ile olan çöp sürtüşmemiz hala sonuçlanmadı. Son iki ay içerisinde sekiz defa şikayet etmiş olmamıza rağmen Çayna hala boklu tuvalet kağıtlarını torbalamadan arka bahçesindeki çöp kutusuna atmaya devam ediyor. Köpeği Midnight dışarı salıverilmiş olmanın mutluluğu ile o kutuları devirdiğinde, mevsim rüzgarları ile sokak Çayna ve ahalisinin boklu kağıtları ile doluyor... Henüz belediye ile bunun bir problem olup olmadığı konusunda bir fikir birliğine varamadık. Sokağın üç beyaz sakinininden biri oluşumuz problemin bir diğer boyutu...
***
En iyisi ekmek yapmak... Yeni ekmek makinamda "Fransız Ekmeği" ayarına takılı kaldık. Biz çok sevdik, kendilerine taze ev ekmeği götürdüklerimiz çok sevdi. Su dahil olmak üzere altı malzeme ile bu kadar güzel bir ekmek yapıyor olabilmek... Ben sadece hassasiyetle malzemeyi ölçüyorum, makinaya doldurup ayar düğmelerine basıyorum... Dört saat içinde kocaman bir somun ekmeği çıkartıyorum kalıptan, koyuyorum masanın üzerine... Ne demişler, ALET İŞLER EL ÖVÜNÜR... Gelsin iltifatlar...

Tuesday, December 7, 2010

bir kadın bir şehirle nasıl savaşır?

Bu kadar... Buraya kadar... Açıkça ve mertçe sana savaş ilan ediyorum. Kırmızı ışıkta geçenleri, çöpleri sokağa atanları ve çocuklarına orta yerlerde sigara ve içki sunanları buradan ifşa edeceğim. Mahalle dernekleri toplantılarına gelen kedi sidiği kokan yaşlı kadınları burada çekiştireceğim. Komşum ÇAYNA'nın çiğliklerini, hadiselerini yeni sevgililerini ve yeni mesleklerini sen umursamaz Baltimore buradan benden öğreneceksin hem de TÜRKÇE OLARAK...